Cehalet Tüm Suçların Anasıdır

 
Yusuf Kanlı
   

      Yusuf Kanlı

Bu günlerde Saddam Hüseyin’i çok anmaya başladık. Niye dilimize pelesenk oldu, anlayamadım. Herhalde bir elektronik yayın platformundaki “Nasıl zorba olunur” dizisinden kaynaklandı. Kafam takılmış kalmış…

Ne büyük trajikomediydi Saddam’ın enformasyon bakanı Muhammed Said es-Sahhaf. Lakabı “Komik Ali” olan bu arkadaş Amerikan askerleri neredeyse ülkeyi tümüyle işgal ettikleri zaman bile Irak’ın kısa zamanda ABD’ye karşı “Bütün savaşların anasını” başlatacağını ve galip çıkacağını söylüyordu. Sonra kayboldu ortadan. Ülke dışına kaçtı, yargılanmadı ve yıllarca bir zavallı sürüngen gibi yaşadı ta ki 2019 yılında ölünceye kadar.

Libya’da Muammer Kaddafi daha şansızdı. Onun Komik Ali’si bile yoktu. Uydurma bile olsa düşmanlarınca yargılanmadı da. Kendi halkı onu linç etti, barbarca.

Suriye’de olanlar yürek burkuyor. Diktatör devrilemedi ama dört milyon Suriyeli mülteci Türkiye’nin başına dert oldu. Bu günlerde hep Suriye politikasını, göçmen konusundaki zafiyetleri eleştiriyor ya Ahmet Davutoğlu, 10 yıl önce bu problemi Türkiye’nin boynuna “açık kapı” politikasıyla o dolamamış mıydı? Türkiye “moral değerlerle” ve “ahlaki mükellefiyetlerle” dış politika yürütecek, çıkarların korunması, sınırların kutsiyeti temelli Batı’nın empoze ettiği uluslararası hukuk kurallarını bir kenara itecektik… Ettik de. Sonuç ortada. Şimdi eleştiriyor beyefendi… Geçmiş ola.

Arap sokaklarında kahraman olacak hatta belki de Türkiye merkezli tekrar hilafeti de hayata geri  getirecektik ya! Ne büyük hülyalar vardı o dönemde.

Afganistan: İmparatorlukların mezarlığı

Şimdi birileri de Afgan meselesini kaşımaya başladı. Önce Taliban ile dini anlayışımızın farklı olmadığını, bize karşı çıkmalarının bir yanlış anlaşılma olması gerektiğini söyleyebilecek kadar konuyu basite indirgedik. Sonra finansal vaziyeti ayarlamanın önemli olduğunu, Türkiye’nin büyük bir ülke olarak daha çok mülteci alabileceğini haykırdı birisi. Niye? Millet büyük endişe içinde idi gördüğü düzenli bir şekilde İran sınırını aşıp çeşitli yollardan Türkiye’nin Batısına ilerleyen ve her ne hikmetse neredeyse tümü 20-35 yaş grubunda, çoğunluğu aynı ayakkabılardan giyen ve Afgan büyükelçisinin “kalsalardı Taliban onları savaşa zorlayacaktı” dediği Afgan kaçkınlar…

Biden’a ne söz verdik?

Komedi gibi bir durum, ama çoğunuz gibi benim de içimi acıtıyor. Muhalefetin iddia ettiği gibi Dışişleri Bakanlığı personelinin alınmadığı, özel tercümanla girilen Joseph Biden görüşmesinde bazı mali imkanlar ve yaptırımların ötelenmesi karşılığında hem Kabil havaalanının sorumluluğunu hem de ABD’nin Afganistan’da kullandığı Afganlıların Türkiye’de barınmalarının sözünü mü verdik? Dikkat edin, muhalefetin iddiaları Washington’dan dolaylı olarak doğrulanıyor ama Türk devleti bunlarla ilgili doğrulama yapmıyor, ama yalanlama falan da yapmıyor.

Tüm insanların yaşama hakkına saygı gösterilmesi, tehdit altındaysa koruma verilmesi insan olmanın gereğidir. Niye Afganistan’dan İran üzerinden onca yolu kat ederek 20-35 grubu ve çoğunluğu “savaşma kapasitesi yüksek” binlerce Afgan erkeklerin Türkiye’ye geldikleri, kaçına ABD sığınma ve hatta vatandaşlık hakkı vereceği belirsiz konular. Davutoğlu etrafta olsaydı “Sınırlar açık” politikası derdim, ama bu günlerde en yukarıdan en aşağıya hükümet yetkilileri sınırların iyi korunduğunu, asla kevgir gibi olmadığını söylüyorlar. Peki öyleyse bu adamlar intikal halindeki nizami bir birlik gibi niye görüntüler veriyor Türkiye topraklarında? Kim bunların hamisi?

Taliban Kabil’de…

Ve Taliban Pazar sabahı Kabil’e girdi… Ne olacak şimdi? Her ne kadar “Yok bizden bir farkları” demiş olsak da, Taliban’ın desturu 16 yaşından büyük tüm erkeklerin cihat askeri olduğu. Anladık mı şimdi niye bu arkadaşlar askeri nizam içerisinde akın akın Türkiye’ye geliyor?

“Yok, ABD’ye gidecekler, ondan dolayı geliyorlar” diyebilirsiniz. Belki bir kısmı. Diğer binlercesi ne olacak? Bende cevap yok ama bilgisi olduğunu iddia edenler var. Bir iddiaya göre bu arkadaşlar Kuzey Ordusu’nun askerleri olacakmış.

“Hadi canım sende!” deyip burun bükmeyin. Hani geçenlerde Türkiye’de bir askeri manevra vardı. Türkiye, Pakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Moğolistan’dan özel birliklerinin katıldığı bu tatbikat, Batı dünyasında “Orta Asya Ordusu” hazırlığı gibi gösterilmeye çalışıldı.

Bu yazı yazılırken seçilmiş Afgan cumhurbaşkanı ile Taliban temsilcileri “yönetim transferi” konusunu görüştükleri iddia ediliyordu. Ne olur saatler içerisinde öngörülmesi gayet mümkün. Ancak öngörülemeyen halen kontrol altına alamadığı kuzey Afganistan ile ilgili Taiban ne yapacak? Daha da önemlisi kuzey Afganistan’ın Türkiye’nin de dahil olduğu bir “Kuzey Ordusu” marifetiyle Taliban’ın eline düşmesi engellenip, bağımsız bir Güney Türkistan mı kurulacak?

Saçma görünüyor ama aynı analizlerde kullanılan “Türkiye’nin Orta Asya’da bir Türk Süper Gücü hedeflediği” halüsinasyonuyla birlikte değerlendirilirse sıkıntımız ne halen Afganistan’daki askerimiz, ne de Kabil havaalanını nasıl kontrol edeceğiz veya imparatorlukların mezarlığından Türk vatandaşlarını nasıl emniyete çıkarabileceğimiz konularından sanki çok daha büyük olacakmış gibi görünüyor.

Freni boşalmış kamyon

Bütün bunların yanı sıra biliyorsunuz önce yangın vardı. Hatay Dörtyol’dan, Antalya’nın Manavgat ilçelerinde, Muğla’nın neredeyse her ormanında yangın ciğerlerimizi mahvetti. Sabotaj mı değil mi kısa sürede belli olacaktır. Ancak yangına geç müdahale, envanterde yangın söndürme uçağı olmaması ikrarı hükümeti bunalttı. Önce özel hattan RTÜK başkanı yangını değil, başarıları gösterin içerikli bir sansür emri yayınladı televizyonlara, dinlemeyen yerel ve ulusal 11 kanala milyonlarca lira ceza yağdırıldı. Bu arada meclis açılınca “yalan haber” ile ilgili internet yasasında yeni bir düzenleme yapılacağı ilan edildi.

Olur ya, frenler boşalınca kamyon durdurulamaz. Bir başka felaket de batı Karadeniz’de yaşandı. Kimisi kader dedi, kimisi doğa intikam alıyor dedi, bazıları da hidroelektrik santrallerin doğal sonucu. Sonra farkına varıldı ki kasabaları dere yataklarına kurup rant peşinde koşulmuş, insan yaşamı görmezden gelinmiş. Cehalet tüm suçların anasıdır belki ama kanımca açgözlülük daha da büyük bir suçtur. Politikacı, işadamı ve bürokrasi olmadan bu boyutta hiçbir yolsuzluk olamaz.

Hesap veren olacak mı gerek yangın gerekse sel felaketleri ve kaybettiğimiz onca insanımız, yaban hayatımız, heba olan ulusal hazinelerimiz için? 160,000 hektarın üzerinde orman yok oldu…

Umarım en azından özellikle Kastamonu’nun Bozkurt kasabasında dere yataklarındaki büyük işgal ve sonucunun 2001 sonrasında 400 metrelik yatağın 15 metreye düşürülmesi, dere yatağına verilen inşaat izinleri ve tabii kasabaların güvenliği düşünülmeden HES inşaatlarına izin veren, proje çizen, on yıllardır ceplerini dolduranlar yargı önünde hesap verirler.

Güzel, ama yetmez

Yargıdan dün bir haber geldi. Bozkurt kasabasında çöken apartmanlardan birisinin müteahhidi gözaltına alınmış, felaketteki katkısından dolayı adalete çıkarılacakmış. Doğru adım, ama yetmez. Kim o projeleri çizdi? Hangi yetkili dere yatağındaki o projeye olur verdi? Hangi siyasetçiler, bakanlar o olur kararı için baskı yaptı? Statü değişikliği kararı nasıl verildi, o dere yatağını iskana kim açtı? Onlarca inşaat affını kimler yaptı, bu çöken dere yatağındaki binaların kaçı aftan yararlanarak iskan aldı?

Evet doğrulanmamış bir iddia ama araştırılmalı. HES kapakları açılmış ve duyuru yapılmış. Doğru mu? O kapaklar açılınca sel oluşması mümkün mü? Bu zamanda yetkililerin çay dağıtma yerine bilgi vermesi gerekmiyor mu? Gerçi bu felakette çay dağıtılmadı ama bilgi yine yok, yerine Saray’ın onaylamadığı haberlere itimat edilmemesi uyarısı geldi yine. Yangın yasağı gibi şimdi de sel yasağı istiyor, bazı muhalif kanalları sel bölgesine sokturmuyor Türkiye’deki Komik Aliler.

Vakti olanlar rahmetlik Süleyman Demirel’in “Kadı, fırıncı ve ördek” fıkrasını bir okusunlar. (https://www.hurriyet.com.tr/anani-open-kadi-ise-9366131)

Yusuf KANLI

ykanli@hotmail.com

16.08.2021

 

Sayfamızı Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0 )
  • ...

Yorum Ekleyin