Kıbrıs’ta Türkler İle Rumların İç İçe Yaşama Olanağı Kaldı mı?

 
Ali Fikret Atun
   

      Ali Fikret Atun

 “Kendini kurtarabilmek için ulusun her bireyinin
ülkenin alın yazısı ile ilgilenmesi gerekir”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk
 
                                      
Konu/Mesele:
Kıbrıs’ın kuzeyindeki Rum malları ile ilgili talepler için etkin bir iç hukuk yolu oluşturmak üzere kurulan KKTC Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK), “13Mart2017’de aldığı kararla, Girne’nin Lapta belediyesine bağlı Kozan köyün eski sakinlerinden Nikolas Skuridis’e köyündeki malının iade edilmesi ve anılan şahsın bu köye yerleşmesi.”
 
Kıbrıs’ta Genel Durum:
Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ilhak etmek istemesi, Rus çarının kışkırtması ile K. Rigas Fereos’un, 1797’de bütün Balkanlar’ı, Küçük Asya’yı ve Ege adaları ile Kıbrıs’ı içine alan bağımsız “Büyük Yunanistan” haritasını ve ihtilal programını hazırlayıp dağıtması üzerine başlamış ve Yunanlıların, 1821’de, Mora Yarımadası’nda, Osmanlı İmparatorluğuna karşı başlattıkları ayaklanma ile gün yüzüne çıkmıştır.  
Yunanlıların, 1821’de, Mora Yarımadası’nda, Osmanlı Yönetimi’ne karşı silahlı ayaklanma başlatmaları ile eşzamanlı olarak, Kıbrıs’ta hız kazanan ENOSİS faaliyetleri Rumların, 1955’de, adada yasa dışı EOKA (1)  yeraltı teşkilatını kurup İngiliz Yönetimi’ne ve burada yaşayan Türk halkına karşı kaba kuvvet kullanmaya başlamaları üzerine, silahlı bir boyut kazanmış; Türk ve Rum toplumları arasında silahlı çatışmaların başlamasına sebep olmuştu. İngiliz yönetiminin, adada yaşayan halkın can ve mal güvenlikleri ile kamu düzenini, asayişi ve adaleti sağlamakta yetersiz kalması üzerine, toplumlar arasındaki silahlı çatışmalar bir iç harbe dönüşme eğilimi göstermeye başlamıştı. Bunun üzerine, 1959’da, önce Türkiye ile Yunanistan arasında Zürih Antlaşması; hemen arkasından Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum liderlerinin katılımları ile Londra Antlaşması imzalanarak, 16 Ağustos 1960’da, adada, Türkiye, İngiltere, Yunanistan’ın garantörlüğünde; Türkler ile Rumların eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak bağımsız, bağlantısız, Kıbrıs cumhuriyeti kurulmuştu.
 Cumhurbaşkanlığına seçilen ve gözleri ENOSİS’ten başka bir şey görmeyen Makarios, Yunanistan ile anlaşarak, Kıbrıs Türk halkını ortadan kaldırıp, adayı Yunanistan’a ilhak etmek üzere, 21Aralık1963’de yeniden, Türklere karşı silahlı saldırıya geçmiş ve kısa zamanda devlet organları ile devlet dairelerinde görevli bütün Türkleri, buralardan atıp, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni gasp etmiş; bununla da yetinmeyerek, Kıbrıs Türklerini katletmeye başlamıştı. Ayrıca, Makarios, Kıbrıs Türk halkını, yaşadıkları kantonlarda kuşatıp tecrit etmiş ve adanın %3 kadar bir toprağa hapsederek açlık, yokluk, fukaralık ve ölümle karşı karşıya bırakmıştı. Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, 1967 yılına gelene kadar Yunanistan, yasa dışı yollardan, gizlice adaya çıkardığı takviyeli bir tümenden fazla bir kuvvetle Kıbrıs’ı fiilen işgal altına almıştı. Bunun üzerine, Kıbrıs’ın artık bir Helen adası olduğuna kanaat getiren Rum-Yunan ikilisi,  Kıbrıs Rum Meclisi’nde, Komünist Partisi AKEL’in de olumlu oy kullanması ile ENOSİS kararı almıştı.  Bugüne kadar bu karar değiştirilmediğinden, hala geçerliliğini muhafaza etmektir.
Kıbrıs uyuşmazlığına çözüm bulmak üzere Türkiye ile Yunanistan arasında 9Eylül1967’de Keşan’da (Türkiye) ve 10Eylül1967’de Dedeağaç’ta (Yunanistan) yapılan görüşmelerde Yunanistan, Kıbrıs’ta ENOSİS’i önermiş; Bu öneriye karşılık, o tarihte Türkiye’nin Başbakanı olan Süleyman Demirel, Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünü aşağıdaki prensipler üzerine dayandırmıştı:
1.Yürürlükteki antlaşmaların tarafların rızası olmadan değiştirilmemesi.
2.Kıbrıs’ta iki toplumdan hiçbirinin diğerine hükmetmemesi.
3.Lozan antlaşması ile bu bölgede kurulmuş olan dengenin bozulmaması.
4.Kıbrıs meselesine ENOSİS dışında bir çözüm aranması. (2)
Daha sonra, Yunanistan’daki Askeri Yönetim’in, 15Temmuz1974’de, Makarios’a karşı düzenlediği bir darbe ile onu iktidardan uzaklaştırıp yerine, seçim yapmadan, Nikos Samson’u getirmesi ve “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni” ilan etmesi üzerine, Türkiye, Garanti Antlaşması’nın kendisine tanıdığı yetkiye dayalı olarak, 20Temmuz1974’de adada, Girne sahiline asker çıkarmış; Erenköy, Lefke, Lefkoşa, Magosa genel hattına kadar ilerleyerek bu bölgeyi Yunan işgalinden kurtarmıştır.  
Anılan hattın güneyinde kalan Türk köylerine Rumların silahlı saldırılarının devam etmesi üzerine, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri (BMGS) Kurt Waldheim’in gözetiminde, 31Temmuz-2Ağustos1975 tarihleri arasında Viyana’da yapılan toplumlararası görüşmelerin üçüncü turunda “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides ve adanın kuzeyinde Kıbrıs Türkleri tarafından kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti adına, Devlet Başkanı Rauf R. Denktaş arasında “Nüfus Mübadelesi Anlaşması” imzalanmış ve bu anlaşma esasları çerçevesinde, BM’in nezaretinde, Kıbrıs’ın güneyinde kalan Türkler, kendi rızalarıyla, kuzeye ve Kıbrıs’ın kuzeyinde kalan Rumlar da, kendi rızalarıyla, güneye geçmişler; böylece adanın kuzeyi Türk ve güneyi Rum nüfusun yaşadığı iki ayrı coğrafi bölge haline gelmiştir. Adada meydana gelen bu köklü değişikliğin sonucu olarak Kıbrıs’ta, “de facto”  iki ayrı devlet kurulmuştur. Bunlardan biri adanın kuzeyinde Türklerin kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Devleti; diğeri, adanın güneyinde Rumların kurduğu Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir (GKRY). BM’de alınan 186/64 sayılı kararı, Rumlar, kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp 1960’da ilan edilen “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti” olduklarını iddia etseler de, Kıbrıs’ta “de facto” olarak kurulan bu iki ayrı devletin birbirleri üzerinde hükümranlık hakları olmadığı gibi, birbirlerini temsil etme yetkileri de yoktur.
Hiç şüphesiz, adada meydana gelen bu köklü değişiklik Kıbrıs’ta, yeni bir siyasi devlet yapısının oluşmasını zorunlu hale getirmiş ve taraflar,  genel olarak, toplumlararası müzakerelerde “ iki ayrı coğrafi bölgede, iki toplumlu bir federe devletin kurulmasını” benimsemelerine rağmen, bugüne kadar, Kıbrıs uyuşmazlığına kalıcı bir çözüm bulmak mümkün olmamıştır.
Kıbrıs’ta silah zoru ile ENOSİS’i gerçekleştiremeyeceğini anlayan fakat her şeye rağmen, 20Temmuz1974 Barış Harekâtı’ndan sonra da ENOSİS’ten vazgeçmeyen Makarios, toplumlararası müzakerelerde izlenecek politikayı “uzlaşma temeline” değil; “Türklere karşı uzun vadeli mücadele” stratejisine dayandırmıştı. Böylece, Kıbrıs’ta Rum-Yunan ikilisinin başlattıkları ENOSİS savaşı:
1.Garanti ve İttifak Antlaşmalarının ortadan kaldırılması;
2.Adaya çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’tan atılması;
3.Türklere, 1960 Anayasası ile verilen veto, siyasi eşitlik ve benzeri hakların engellenmesi;
4. Türk halkının azınlık konumuna düşürülmesi;
savaşına dönüşmüş ve Rumlar, AB esasları ve BM kararlarının Kıbrıslıların güvenliklerinin sağlanmasında yeterli olacağı düşüncesi ile garantilere ve garantör ülkelere gerek olmadığı tezini ön plana çıkarmışlardı.
 
 Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünü, adada, ENOSİS’i gerçekleştirecek ortam ve koşullar oluşuncaya kadar geniş bir zamana yaymayı öngören Makarios, bu süreçte, yalana, aldatmaya, kurnazlığa, hileye, şantaja dayalı bir strateji ile ENOSİS savaşını, “Düşük Şiddette Çatışma”(3) konsepti esasları çerçevesinde sürdürme cihetine gitmiştir. Bu nedenle, denilebilir ki, bugün hala, Kıbrıs’ta, Türklerle Rumlar arasında harp hali, devam etmektedir. Bütün bunlar dikkate alındığında, Rum–Yunan ikilisinin, Kıbrıs’ta, ENOSİS’i gerçekleştirme gayreti içinde olduğu izaha yer bırakmamaktadır. Kısaca denilebilir ki, Rumların toplumlararası müzakerelerde asıl amacı, Kıbrıs uyuşmazlığına bir çözüm bulmak değil; adada ENOSİS’i ilan edecek koşullar ve ortam oluşuncaya kadar zaman kazanmak; bu süreçte siyasi, ekonomik, sosyal, askeri ve hukuki alanlarda güçlenerek, ,  şartlar elverdiğinde, yakaladıkları ilk fırsatta, Batılı büyük devletlerin desteği ile Kıbrıs’ta ENOSİS’i ilan etmektir.
Son zamanlarda, Suriye ile Irak başta olduğu halde, Türkiye, Orta Doğu’da, her an bir sınırlı harbe dönüşme ihtimali olan tehlikeli olaylar ve terör sarmalı içinde bulunmaktadır. Türkiye’nin iç ve dış sorunları ile başı dertte/zorda olduğu zamanları bir zafiyet olarak değerlendiren ve tarih boyunca bu zafiyeti fırsata çevirerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak almayı bir alışkanlık haline getiren Yunanistan, şimdi de, Türkiye’nin ekonomik bir çöküntü içine düşmesinin; etnik ve mezhep kavgaları ile siyasi istikrarsızlığa sürüklenerek parçalanmasının; bu zaman zarfında Türkiye üzerinde, uluslararası Rum- Yunan yanlısı baskının  artmasının beklentisi içindedir. 
Batılı büyük devletlerin Kıbrıs üzerindeki menfaatleri ile Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’taki ENOSİS menfaatleri örtüşmektedir. Hiç şüphe yok ki, bu durum, onların işbirliği ve dayanışma içinde hareket etmelerini zorunlu hale getirmiştir.
Her geçen gün, anılan devletlerin,  Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de, artan rekabeti Kıbrıs’ın jeopolitik ve jeostratejik önemini daha da artırmıştır. Bu bölgede nüfuzunu artırmak isteyen büyük devletler en seçkin ajanlarını Kıbrıs’a göndererek adayı, adeta, Orta Doğu’da bir istihbarat üssü haline getirmişlerdir. “Nifak tohumlarının girdiği tarlada ayrılık ve nefretin çıktığını” çok iyi bilen ve bu konuda Bizans kalıntısı bir yeteneğe sahip olan Rum-Yunan ikilisi, , dış güçlerin istihbarat desteğini arkasına alarak ve Türkler arasında, menfaat karşılığı satın aldığı bazı kişi, kurum ve kuruluşlarla, Kıbrıs Türk halkı arasına nifak tohumları ekmekte; onları cephelere ayırarak ve birbirleri ile çatıştırıp parçalamayı, güçsüz ve çaresiz duruma düşürmeyi, KKTC Devleti’nde sorumlu mevkilere gelen genç kuşaklara, geçmişte adada yaşanan olayları unutturarak verdikleri özgürlük ve varoluş mücadele azim ve iradelerini ortadan kaldırmayı hedeflemekte ve bu amaçla Rumlar, bu ajanlar vasıtasıyla, Kıbrıs Türklerine karşı, bir “yıpratma ve yıldırma stratejisine” dayalı, planlı ve etkili bir psikolojik harekât icra etmektedirler. Bütün çabaları, Kıbrıs Türk halkını paylaştıkları ortak milli değerlerinden uzaklaştırmak; KKTC Devleti’ne, egemenliğine, mensubu olmakla gurur duydukları yüce Türk ulusuna, onun göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerine yabancılaştırmak; anavatan Türkiye ile mevcut siyasi, iktisadi, ekonomik, sosyal ve askeri bağlarını koparıp, onları yalnızlaştırmak; Rumlara karşı verdikleri özgürlük ve varoluş savaşını etkisiz hale getirerek, sonunda isteklerini Kıbrıs Türklerine kabul ettirmektir. Kısaca denilebilir ki, Rum-Yunan ikilisi, adada ENOSİS’i ilan etmek için Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının zayıf düşecekleri zamanı ve ele geçirecekleri fırsatın gelmesini beklemektedirler.
Bu amaçla, son zamanlarda, Rum –Yunan ikilisi gayretlerini:
1.AB ve BM ‘de somut eylemlerde bulunacak siyası adımlar atmak;
2.Silah zoru ile ele geçirdiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni meşru hale getirmek;
3.Münhasır Ekonomik Bölgesinde başlattığı enerji programını doğru değerlendirmek ve bölge ülkeleriyle üçlü işbirliğini daha da geliştirmek;
4.Yunanistan ile yaptığı “Ortak Savunma Sahası Doktrini” ni canlandırmak, Kıbrıs’taki Yunan askeri varlığını sayısal ve nitelik yönünden artırmak;
Üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Hiç şüphesiz, Kıbrıs uyuşmazlığına adil, kalıcı ve tarafları tatmin eden bir çözümün bulunması toplumlararası müzakerelerin stratejik ağırlık merkezini teşkil etmektedir. Buna rağmen, Rum-Yunan ikilisi, meselenin özünden uzaklaşarak, 20Temmuz1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yenilgisi ile kaybettiklerini, toplumlararası müzakereler aşamasında, AB ve Batılı büyük devletlerin desteği ve onların himayelerine dayalı olarak yeniden kazanmayı gaye edinmiştir. Amaçlarına ulaşabilmek için, tutturdukları “tam bağımsızlık” söylemi ile:
1.Kıbrıs Türk halkını basit bir azınlık konumuna getirmek ve Rum çoğunluğun hâkimiyeti altına sokmak. Bir başka deyişle, Kıbrıs’ta, taraflara, “AB’nin himayesi ve güvencesi altında Rumların egemenliğine dayalı, içinde Türklerin korunmuş azınlık hakları ile yer alacağı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden kurulmasını” kabul ettirmek.
2.Zürih-Londra Antlaşmaları ile Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının, ada üzerinde,  elde ettikleri bütün siyasi hakları ile kazanımlarını ortadan kaldırmak.
3.Kıbrıs’ta, Rumları ENOSİS’e götüren yolda mevcut bütün engelleri ortadan kaldırmak:
a.KKTC Devletini yıkmak.
b.Garanti ve İttifak Antlaşmalarını feshetmek.
c.Adada konuşlanmış Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) tamamının Kıbrıs’tan çıkarılmasını sağlamak.
d.Kıbrıs’ın kuzeyinde, KKTC Devleti’nin sınırları içinde bulunan topraklara azami sayıda Rum nüfus yerleştirip bu bölgede oluşmuş homojen Türk yapısını bozmak; adanın Türkler ile Rumlar arasında taksim edilme olasılığını veya adada, iki ayrı coğrafi bölgede, iki ayrı etnik topluluğa dayalı olarak kurulması tasarlanan federal/konfederal devlet yapısının bu özelliğini ortadan kaldırmak.
e.Türkiye’den gelen ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki topraklara yerleşen Türklerin, Türkiye’ye dönmelerini sağlamak.
f.Kıbrıs Türk halkının Türkiye ile olan siyasi, ekonomik, sosyal, askeri bütün bağlarını koparmak ve onları yalnızlaştırmak.
g.Kıbrıs Türkleri arasına nifak tohumları ekerek onları cephelere ayırıp birbirlerine düşürmek ve birlikte hareket etme ve ortak karar alma olanak ve yeteneklerini yok etmek.
Bunun yanı sıra, 1964’de, BM’de alınan 186/64 sayılı kararı çarpıtarak kendilerini adanın yegâne “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti” olarak gören Rumlar, silah zoru ile ele geçirdikleri sahte devleti muhafaza etmek ve meşru kılmak için Türkiye karşıtı her devletle ittifak yapmayı bir kural haline getirmiştir.
Son zamanlarda, Kıbrıs’ın güneyinde ortaya çıkan enerji kaynaklarını kontrolleri altına almak; ayni zamanda Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da hâkimiyet kurmak isteyen büyük devletlerin aralarında artan rekabeti sonucu Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın, ön plana çıkan. jeopolitik ve jeostratejik mevkiini, kendi emelleri doğrultusunda fırsata çevirmek ve bu durumdan azami ölçüde yararlanmak isteyen Rum-Yunan ikilisi, bir taraftan, politik çıkarlarının örtüştüğü AB ile ilişkilerini pekiştirirken; bir taraftan da GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır arasında bir ittifak antlaşması arayışı içine girmiştir. Diğer bir yandan da, bu gayretleri ile eş zamanlı olarak, Kıbrıs’ın güneyinde ABD ile Fransa’ya deniz ve hava üsleri tahsis etme çabalarına hız vermiştir.
Orta Doğu’da İsrail’e karşı İran tehdidinin artması üzerine ABD, Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de bu tehdide karşı yeni dengeler oluşturmaktadır. Suriye’nin kuzey doğusunda PYD (Partiya Yakitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi), YPG (Yakıneyên Partizana Gel – Halk Koruma Ordusu) ağırlıklı bir Kürt terör devleti yaratma gayreti içinde olup, ayni zamanda, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ile bir dostluk ittifakı kurmayı planlamaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak, 1919’da Osmanlı topraklarının paylaşılmasında Yunan askerlerini Anadolu’nun işgal edilmesinde kullanan devletler, şimdi de, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de sahte Güney Kıbrıs Yönetimi ile işbirliği yaparak Akdeniz’de hâkimiyet kurmayı; Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını kontrol altına almayı; İsrail’in güvenliğini sağlamayı; Kıbrıs’ta, ABD, AB, İngiltere ve Fransa’nı desteği ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden arınmış, Rumların egemenliğine dayalı “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” kurmayı hedeflemektedirler.
 
Kıbrıs’ta Türk ve Rum Toplumlarının Birlikte, İç İçe Yaşama Olasılığı:
Yukarıda arz edilen genel durum çerçevesinde, elli yılı aşkın bir zamandır, , Kıbrıs’ta devam eden toplumlararası görüşmeler bir sonuç vermemiş ve Kıbrıs uyuşmazlığına bir çözüm bulunamamıştır. Bu süreçte, adil, kalıcı, tarafları tatmin eden bir çözüm bulmaya yardımcı olmak üzere ve etkili bir iç hukuk oluşturmak amacıyla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Taşınmaz Mal Komisyonu (KKTC. TMK.) kurulmuştur. “67/2005 yasa hükümlerine uygun olarak iade, tazminat ve takas ile ilgili talepleri incelemekle ve 1977’de Rauf R. Denktaş-Makarios; 1979’da Rauf R. Denktaş- Spiros Kibrianu arasında imzalanan Doruk Antlaşmaları ve BM’in Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin hazırlamış olduğu bütün planların ana unsurunu teşkil eden iki kesimlilik ve iki toplumluluk kararlarına halel getirmeyecek şekilde mülk sahiplerinin taleplerini yerine getirmekle” görevlendirilmiştir.
Taşınmaz Mal Komisyonu’nun Kıbrıs’ın kuzeyinde, KKTC’nin hükümranlık alanı içinde bulunan  topraklara, sanki, bugüne kadar adada, Türkler ile Rumlar arasında hiçbir olay yaşanmamış gibi bir Rum’u yerleştirme kararını, normal koşullarda bir Rum ile bir Türk arasında hukuki bir sorun olarak ele almak; konuyu barış şartlarında ve normal hukuk kuralları çerçevesinde değerlendirmek büyük bir yanılgı olur. Bu nedenle, KKTC Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (4), 13Mart2017’de aldığı, Girne’nin Lapta belediyesine bağlı Kozan köyü eski sakinlerinden Nikolas Skuridis’e taşınmaz malının iade edilmesi kararı hukuki olmaktan çok siyasi bir nitelik taşımakta ve Komisyon’un asli görevi ile bağdaşmamaktadır.
Geçmişten günümüze uzanan süreçte, Türk ve Rum toplumları arasındaki silahlı çatışmalar, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de adaya asker çıkarması ile son bulmuşsa da, Bugün, Rumlar, hala, Kıbrıs’ta ENOSİS savaşını sinsi, örtülü, yıkıcı, bölücü yöntemlerle devam ettirmektedirler. Bu durumda, halen Kıbrıs’ta, iki toplum arasında savaş hali devam etmektedir. Bu bakımdan Kozan köye, Nicolas Skuridis’in yerleşmesi kararı, Kıbrıs’ta olağanüstü şartların hüküm sürdüğü ve harp hukuku esaslarının geçerli olduğu dikkate alınmadan, ortaya konmuş; doğru analiz edilmeden ve zamansız atılmış bir adım olarak değerlendirilmektedir. Kıbrıs Türk halkının ada üzerindeki kazanılmış hakları ile hukukunu hiçe sayarcasına alınan bu karar, Kıbrıs uyuşmazlığının stratejik ağırlık merkezi olan çözümden büyük ölçüde uzaklaşmış; Kıbrıs’ın kuzeyinde kalan taşınmaz Rum mallarının eski sahiplerine iadesini ön plana çıkarmıştır. Hiç şüphesiz bu durum, Rumların, Taşınmaz Mal Komisyonu’nu ele geçirdiği ve kendi emelleri doğrultusunda karar çıkarmaya başlama olasılığını akla getirmektedir. Masum ve zararsız gibi görünen bu karar, Kıbrıs’ta, kısa vadede taşınmaz mal sorununa katkı sağlayacakmış gibi görünse de, orta ve uzun vadede iki toplum arasında çatışma ihtimalini kaçınılmaz hale getirecek; adada tesis edilen ve elli yılı aşkın bir zamandan beri devam eden kamu düzeninin, asayişin, adaletin, güvenin, huzurun ve barışın bozulmasına yol açacaktır.
Kıbrıs’ta 400 yıldan fazla bir zaman, bir arada, dostça yaşayan Türk ve Rum toplumları, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin papazları; Yunanistan’ın özel olarak seçip Kıbrıs’a gönderdiği öğretmenler ile konsoloslar tarafından planlı ve sürekli bir şekilde işlenen Türk düşmanlığı propagandası sonucu, birbirlerine düşman edilmişlerdir. Böylece, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması (ENOSİS) görüşünü benimseyen Rumların,  Kıbrıs Türk halkına karşı duydukları aşırı derecede düşmanlık, kin ve nefret onların beyinlerine çivi gibi çakılmış ve kalplerine kazınmış bir gerçektir.
 
Söz konusu düşmanlık, sonunda, Kıbrıslı Rumların, 1955-1959;1963-1974 yılları arasında, Türklere karşı sürdürdükleri silahlı saldırılara ve bir Türk katliamına dönüşmüş; iki toplum arasındaki dostluk yerini düşmanlığa bırakmış; bunun bir sonucu olarak, Türk halkının Rumlara olan güveni tamamen ortadan kalkmıştır. Bilindiği üzere güven, bedende ruh gibidir. Bedeni terk eden ruh nasıl bir daha geri gelmezse, kaybolan güveni yeniden kazanmak da o derece zor, hatta imkânsızdır. Bundan dolayı birbirlerine güven duymayan, ortak hedefleri ve bir ortak gelecekleri bulunmayan Türk ve Rum toplumlarının, adada yaşanan bunca felaket ve katliamdan sonra iç içe yaşamaları mümkün değildir.
Son zamanlarda, Kıbrıslı Rumlar, kendi aralarında kurdukları Ulusal Halk Cephesi (ELAM), Helen Direnişi, Harisi Avgi gibi aşırı milliyetçi örgütlerle Türklere karşı duyulan tarihi düşmanlığı devam ettirmekte; Kıbrıs uyuşmazlığını “Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali” olarak göstermekte; Rumları, birleşme ve federasyon rüyasından uyandırmaya, vatanlarını, sözde Türk işgalinden kurtarmak için mücadeleye çağırmaktadırlar. (5) Bu zihniyetin esiri olmuş Rumların, Türklerin arasına karışarak birlikte yaşamaları halinde, Türk halkına karşı yeniden silahlı eylemlere girişmeyeceklerini ve bunun bir sonucu olarak toplumlararası çatışmaların yeniden başlamayacağını kim garanti edebilir?!. 
 
 
 
Sonuç:
Rumların silahlı saldırıları karşısında Kıbrıs Türk halkının on beş sene (1955-1959; 1963-1974) açlık,  yokluk, yoksulluk ve türlü zorluklar içinde verdiği özgürlük ve varoluş savaşının sonunda elde ettikleri ulusal güvenlik ve egemenlik hakları ile Kıbrıs’ta kurdukları KKTC Devleti, adadaki ulusal varlıklarının temeli olup, ayni zamanda, bağımsızlık inancının anıtlaşmış bir eseridir. Anılan eser, Kıbrıs Türklerinin, bugün olduğu gibi, gelecekte de sığınacakları en güvenli liman olacaktır. Türkiye’nin fiili garantörlüğü bu eserin vazgeçilmez teminatı; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’taki varlığı KKTC Devleti’nin yegâne güvencesidir. Paha biçilmez bu değerler ise, Türk ulusunun ortak malıdır ve milletçe korunmalıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “hakkını elinden kaptıranlara ve varlığının onurunu aşağılatanlara hak ve onur verebilecek hiçbir yürekli düşman yoktur” diyor.
Kıbrıs’ta KKTC Devleti’ni kuran kuşaklar devlet yönetimini, artık, kendilerinden sonra gelen gençlere bırakmaya başlamışlardır. Kıbrıs Türk gençliği, Kıbrıs Türk halkının adada, siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri alanlarda elde ettikleri yaşamsal önem taşıyan haklarının kaybedilmeleri halinde, onları yeniden kazanmanın ne kadar zor olacağının; bu kazanımları her ne pahasına olursa olsun, muhafaza ve müdafaa etmelerinin bir tercih değil bir zorunluluk olduğunun bilincinde olmaları gereği izaha yer bırakmamaktadır. Kıbrıs Türk halkını güvenli ve refah dolu bir geleceğe taşıyacak olan genç kuşaklar, Mevlana Celâlleddini Rumi’nin aşağıdaki sözlerini asla unutmamalıdırlar:
“Kazanmak için kocaman bir ömür ister.
Kaybetmeye bir anlık gaflet yeter”
Kıbrıs Türk halkı için bir ölüm-kalım meselesi olan özgürlük ve varoluş savaşı henüz bitmemiş ve hala devam etmektedir. Kıbrıs Türkünün ortak akıl gücünü bir araya getirerek, ortak bir fikir etrafında bütünleşip, hareket edebilme olanak ve yeteneği, anılan savaşın en güçlü halkasını teşkil eder. Bu durum muvacehesinde, Kıbrıs Türk halkı, bu savaşı toplumun bütün bireylerinin, sivil toplum örgütlerinin (STÖ), özel teşkillerin ve devletin bütün kurum ve kuruluşlarının katılımları ile birlik, beraberlik ve eşgüdüm içinde dövüşerek kazanmaları kaçınılmazdır. Söz konusu savaşın kaybedilmesi, Kıbrıs Türklerinin adadaki varlıklarının sonu demektir. General Kazım Karabekir “her kafada istiklal ve hürriyet şimşekleri çakmazsa Türk’e yaşamak hakkı kalır mı?” diyor.
Her şeyden önce, Kıbrıs Türk halkı, uzun soluklu bir mücadele görünümü arz eden özgürlük ve varoluş savaşından muzaffer olarak çıkmak; kuzey Kıbrıs’taki topraklarda, ay yıldızlı bayrağının altında, kurduğu KKTC Devleti’nin yönetiminde hür, egemen, güven ve refah içinde yaşamak istiyorsa,  toplumsal ortak düşüncenin temelini teşkil eden ve ulusal hedefleri belirleyen “Ulusal Güvenlik Ve Siyaset Belgesi” ni hazırlaması, ayni zamanda, “Ulusal Güvenlik Kurulu” nu teşkil edip, hizmet eder duruma getirmesi kaçınılmaz bir olgudur. 
Aralarındaki güveni tamamen yitiren, birbirlerini sokmaya çalışan, bir şişeye kapatılmış iki akrebe dönüşen Türk ve Rum toplumlarının Kıbrıs’ta ne bir ortak hedef birliği ve ne de ortak bir gelecek beklentileri vardır. Bu durumda adada yaşayan Türkler Kıbrıs’taki ekonomik kalkınmalarını ve gelişmelerini, Rumların hâkimiyetine dayalı bir devlet yapısı içinde değil, kendi ayrı Türk kimliği ile Rumlardan ayrı, Türkiye’nin fiili garantörlüğünde ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin güvencesi altında, KKTC Devleti’nin yönetiminde gerçekleştirecektir. Bu bakımdan KKTC Devleti’nin, Türkiye ile olan siyasi, iktisadi, ekonomik, sosyal ve askeri bağlarını kuvvetlendirmesi; KKTC Devleti’ni tanıtılıp, yaşatılması, yediden yetmişe, Kıbrıs Türkünün en önde gelen değişmeyen vazifesidir.
Kıbrıs Türk halkı; halen devam eden özgürlük ve varoluş savaşında emeği geçen şehitlere, gazilere, Türk ulusunun gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Kıbrıs Türkü’nün bağrından çıkardığı Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT), yavrusu KKTC Devleti’ni canı gibi koruyan, himaye eden ve ona her türlü desteği veren eli öpülesi yüce Türk ulusuna gönül borcu, şükran borcu, can borcu olduğunu asla unutmamalıdır.
 
 
 
 
Dip Notları: 
1.EOKA: Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için Kıbrıs’ta kurdukları yasa dışı bir yeraltı örgütüdür. Rumca “Ellenigos, organizmos, Kibriagon, Agoniston” kelimelerinin baş harflerinin bir araya gelmesi ile oluşan bir kısaltmadır. “Kıbrıs Rum Milli Mücadele” anlamı taşır.
2.     Prof.Dr. Fahir Armaoğlu, 20nci Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), 6. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1989, Ankara. s:797 3.Düşük şiddete çatışma: (DŞÇ) 
Yirminci Yüzyılın sonlarında ve yirmi Birinci Yüzyılın başlarında hızla gelişen ve dünya genelinde yaygın bir şekilde uygulanan bir harp türüdür. Terörün her çeşidini; sinsi, örtülü, yıkıcı faaliyetleri; Siyasi, ekonomik sosyal ve ekonomi Propaganda dâhil Psikolojik vasıtalarla; akla gelebilecek hileyi, aldatmayı, şantajı ve şiddeti kullanarak hedef ülkenin refahını, güvenliğini, mevcut anayasal parlamenter düzeninin yıkmaya veya işlemez hale getirmeye dönük faaliyetlerin bütünüdür. Kendine özgü bir harp konsepti ile dövüşülür. Muntazam ordular arasında cereyan eden harbin kısasında kalır.
.4.Taşınmaz Mal Komisyonu, Taşınmaz Mal Yasası (67/2005) tahtında, Kuzey Kıbrıs’ta mallarla ilgili etkin bir iç hukuk yolu oluşturmak amacıyla kurulmuştur. Bir başkan, bir başkan yardımcısı ve beş üyeden (Türk, Rum, Yabancı Ülke) oluşur.
5.Hüseyin Özgüven, Rumlarla birlikte nasıl yaşayacağız?, Volkan, 05.09.2008.
 
Ali Fikret Atun
Em. Tümgeneral
 

Sayfamızı Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0 )
  • ...

Yorum Ekleyin