Savaş biraz da propagandadır. Karşı tarafın psikolojisinin yıpratılması, yanlış kararlar vermesi de hedeflenir. Bir yandan kendi kamuoyunun moralini yüksek tutmak, diğer yandan da karşı taraf ve onun kamuoyu üzerinde baskın ve karamsar bir ortam yaratmak önemlidir. Öyle ki bırakın savaşı, ekonomik, siyasi ve sair nedenlerle görüş ayrılığına düşülen “müttefik” ve hatta “ stratejik ortak” karşısında bile sıklıkla kullanılır.
Hatırlayın… Rahip Bronson krizi ve ardından S-400 merkezli müttefikler arası güven bunalımı ve sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ile yaşanılan gergin dönemi, İran bağlantılı yolsuzluk iddialarını, Halk Bankası operasyonunu, Türk parasının pula çevrilmesini, kambiyo krizimizi ve hatta “canımı sıkmayın, efendi olun, yine vururum ha” mealli saygısız, cüretkar tehditleri… Tabii ki hedef sadece Türkiye’ni talep edilenleri vermesi değildi. Bir yandan da iç kamuoyuna Donald Trump ne kadar sağlam bir başkan olduğunu sergileyip, Kongre’de görevden alınma sürecinde avantaj elde etmeyi amaçlıyordu. Nitekim, sonuçta aklandı.
Her koşulda hükümeti destekleyen, basının en önemli vazifesinin kamu adına yürütmeyi veya gücü elinde tutanları denetleme olduğunu tamamıyla unutan Türk basınının büyük çoğunluğu ekranlarda ve internet sitelerinde “Diktatör Eset rejimine” ne kadar büyük zayiat verildiğini söylemeye başlayınca “Eyvah” demiştim. Kısa süre sonrasında önce iki, sonra dokuz ve kısa süre içerisinde 33, sonra da 35 ana kuzusunu, Mehmetçiğimizi şehit verdiğimiz haberi kor gibi düştü yüreklere.
27 Şubat akşamı korkunç bir gece idi. O yavruların anneleriyle, babalarıyla, kardeşleriyle empati kurmaya çalıştık ulusça. Yaşadıkları o büyük acıyı paylaşmaya çalıştık. Heyhat, mümkün mü? Acı düştüğü yeri yakar. Doğrudur. Hani hep bir şehit anasının yakarışı olarak söylerler ya, "Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecek" cümlesindeki çaresizliği, ya da şehit babasının gözlerindeki acıyı yaşamayanın kavrayabilmesi mümkün değildir.
Siha mucizesi
Olabilir mi? Gerçekten o derece başarılı mı oldular? Bırakın bu soruları. Bu derin depresif ortamda başarı hikayesi dinlemeye ihtiyacı var herkesin.
Sadece son 24 saatte sosyal medyada paylaşılan Siha, drone, hassas vuruş videolarını seyreden hangi hasım ülkenin siyasi erk sahibi, hangi düşman ordusunun komutanı, kurmayı olursa olsun eminim Türkiye’nin eriştiği savunma gücünü bir daha değerlendirmeleri gerektiğini hissetmişlerdir.
Bırakın vurulan onca hedefi, hani Türk uçaklarına kapalı olan Suriye hava sahasının etkin Rus sistemleri ve güya etkili Suriye savunma sistemleri Türk mühendislerin geliştirdiği sinyal bozucuları sayesinde Türk Sihalarına karşı etkisiz kaldılar. Boş verin kaç hedefin, hava alanının, her birinin 75 milyon dolar olduğu belirtilen gelişmiş mobil hava savunma araçlarını, Halep'e bağlı Han Tuman’da vurulan komuta kontrol merkezinde 124. Alay Komutanı Tümgeneral Burhan Rahmun ile Tuğgeneral İsmail Ali, Tuğgeneral Nasr Davya, Albay Şeref İbrahim Bedir Kazak, Binbaşı Muhammed Majed El-Hamid, Teğmen Mazen Farvati ve Teğmen Şeraf Hamza Ali Mahmud öldürüldü. Bu yeterli bir intikam saldırısı dalgası mıydı? Suriye yakılsa kaybedilen evlatlarımızın acısı dinmez. Elbette Suriye’de diplomasiyle çözüm bulunmalı, savaş bir an önce yerini görüşmelere bırakmalıdır. Ancak, Türkiye ne dün yaptığı gibi AB ile mültecileri barındırma karşılığı destek vaadi anlaşmasına, ne de güya uygulanacakmış gibi gerginliği azaltma bölgelerine tamah edecektir.
Hani derler ya, kusura bakmayın maymun gözünü açtı.
Açık kapı siyaseti
Tabii ki “İdlip’te ne işimiz var?” diye suçlayıcı ve reddedici bir tavırla siyasi erke, komuta kademesindekilere saldırabiliriz. Doğaldır. Ancak, bunun için maalesef biraz fazla geç kaldık. Şimdi geldiğimiz noktada başarmak ve çıkış yolu bulmak zorundayız.
Dört milyonu aşan, diğer ülkelerden gelenlerle birlikte katlanması mümkün olmayan bir mali yük halime gelen bu insani vazife maalesef İdlip gelişmeleri sayesinde daha da büyüme, iyice katlanılmaz hale gelme istidadına girmiştir. 1.5 ile üç milyon arası mültecinin daha Türkiye’ye gelebileceği bildirilmektedir.
Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde başlatılan “açık kapı” siyaseti Türkiye’yi çok ciddi bir mali ve insani, yükün altına sokmakla kalmamış aynı zamanda Suriye bataklığına iyice çekmiştir. İster kabul edelim ister etmeyelim Suriyeli misafirlerimizin çok büyük çoğunluğu ülkelerinde barış ve istikrar sağlansa da – ki yakın zamanda mümkün değil – Türkiye’de kalacaklar. Entegrasyon politikalarıyla bu sorunu çözmeye çalışmalı, yarın ciddi sosyal patlamalara karşı tedbir almalıyız.
Peki yeni gelenleri ne yapacağız? AB’den birkaç milyar Euro “proje desteği” daha alarak onlara da mı kucak açmalıyız? Hadi canım sende! “İdlip’te taşın altına elimizi birlikte sokalım” denildiğinde bin dereden su getirmeye çalışan ama hiçbir şey yapmayan AB’ye bu kez de inanmak mı lazımdı, yoksa “açık kapı” siyasetini bir defada Avrupa yönüne mi kullanmalıydık. Dün “Türkiye mültecilere kapıları açsın” diye baskı yapanlar, Türkiye onlara geçiş kapılarını açınca “kırmızı alarm” ilan ettiler, ne yapacaklarını bilemez şekilde apışıp kaldılar. Dün Türkiye’ye hava savunma desteği vermeyi şarta bağlamayı talep eden hadsizler, şartı falan bıraktı ama sınırına dayanan mültecilere biber gazlı, canlı mermili, dayaklı engel olma gayretine giriştiler.
Dedik ya, maymun gözünü açtı. Bu sorunun faturasını paylaşmak lazım.
Hadi federasyon kurun bakalım!
Çok ciddi bir hastalık var Kıbrıs Türk solunda. Rum ne eylerse güzel eyler, ama Türkiye de hep kötü yapar. Alçaklık kompleksi mi? Türk olduklarından mı utanıyorlar? Bilemem. Ama bildiğim tek şey Rumlar onları da istemiyor, hem de hiç.
Bu arkadaşlar “Tek yol federasyon” diye takıntıya devam ederken, Rum yoldaşları bıkmadan, usanmadan onlara “Hadi bre, istemiyorum seni” demekte. Korona virüs salgınını bahane eden Nikos Anastasiades hükümeti bu kez de dört kapıyı kapattı.
Salak. Hani adanın tümünün hükümetiydi? İlan etmedi mi dünyaya “Şu noktadan sonrası benim ülkem değil” diye bu kapı kapatma kararıyla? Dünyada hayatta kalan son romantik komünist arkadaşlar Türküyle Rumuyla gösteri yapıp güya Lokmacı kapısında barikatları kırmışlar. Birleşik Kıbrıs engellenemezmiş… Enteresan adamlar maşallah. Ne oldu? Açık mı kapı?
Mustafadis Akıncıadis anlamaz, uyanmaz ama bari Tufan Erhürman hoca uyansa. Türk olduğunun, Kıbrıs Türkü olduğunun farkında bir sol lidere ne kadar çok ihtiyacı var Kıbrıs Türk halkının.
Rum adayı sadece kendine ait mülk, Kıbrıs Türk halkını sadece devlete yama olacak bir azınlık gördüğü sürece; federasyonun başta adayı, egemenliği ve yönetimi paylaşma temeli üzerinde yükselebileceğini kabul etmedikçe federal çözüm olmaz. 60 yıl yeter. Görmek lazım. Federasyon mümkün değil. Uyanmak gerekir, gerçeği görmek ve kadife ayrılığın, AB içinde iki devletin tek yaşayabilecek çözüm olduğunu anlamak gerekir. Çok mu zor?
YUSUF KANLI
yusufkanli@gmail.com
02.03.2020
...