Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu yılında yaptığı konuşmada, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri konusunda aşağıdaki öngörüde bulunmuştur:
“ Bugün Sovyetler Birliği ( SB ) dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalınız susup o günü beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… Tarih bir köprüdür…
Köklerimize inelim ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların ( dış Türklerin) bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.” (1)
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi ömrünü tamamlamasının ve çöküşünün ardından, dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan küçüklü, büyüklü Türk toplulukları, kurulan demokratik, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin (T.C.) sınırları dışında kalmışlar; bulundukları ülkelerde maruz kaldıkları ideolojik, ekonomik, siyasi, sosyal ve psikolojik baskılara göğüs gererek varlıklarını günümüze kadar muhafaza edebilmişlerdir.
Denilebilir ki, bugün, dünyadaki Türk nüfusun, hemen hemen, %30’u TC.’nin sınırları içerisinde yaşarken, Misak-ı Milli dışında kalan %70’i, çoğunlukla, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B.) topraklarında olmak üzere; İran, Afganistan Çin, Irak, Suriye, Yunanistan Bulgaristan, Makedonya, Eski Yugoslavya, Romanya ve Kıbrıs’ta yaşamaktadır.
İkinci Dünya Harbi son bulduğunda (1939-1945) Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile S.S.C.B. iki Süper Güç olarak ortaya çıkarak uzun yıllar dünya jeopolitiğine şekil vermişler; kırk yılı aşkın bir süre, kurdukları yenidünya düzeni içinde söz sahibi olmuşlardı. 20nci Yüzyıl’ın sonuna gelindiğinde Avrasya Kıtası’nda köklü değişiklikler olmuş ve anılan kıtada egemen bir süper güç konumunda bulunan S.S.C.B. dağılmış, komünist ideoloji çökmüş, Varşova Paktı ortadan kalkmış, S.S.C.B.’nin toprakları üzerinde Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan bağımsız, birer egemen devlet olarak kurulmuş ve bu ülkelerde demokratik liberal düzene geçiş ve pazar ekonomisi süreci başlamıştır. Böylece, S.S.C.B. 21nci Yüzyıl’a girerken kendini, tarihinde örneği görülmemiş dar sınırlar içinde bulmuştur.
İngiliz coğrafyacı Sir H. John Mackinder’in (1861-1945) “Dünyanın Kalpgâhı” (2) olarak belirlediği bölgede, şimdi, çok önemli bir yerde bulunan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’da yaşayan halkların çoğunluğu Türk ve Müslüman olup, Türk dilini konuşurlar; Türk kültürünü ve Türk tarihini paylaşırlar. Özetle, anılan ülkeler ırk, dil, din, kültür ve tarih birliği olan kardeş ülkeler olarak tanımlanırlar.
Bugün Avrasya coğrafyasında 4,721,535 km. kare toprağa yayılmış yedi bağımsız Türk Cumhuriyeti devletinin – Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan. Türkmenistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) - toplam nüfusu 126 milyondur. (3) Orta vadede bu nüfusun 200 milyon olacağı değerlendirilmektedir.
S.S.C.B.’nin dağılması ve komünist ideolojinin çöküşü ile Avrasya’da yaşanan gelişmeler Türkiye’nin doğusunda, geniş bir coğrafyada, Türkiye’nin nüfuzunu Çin’in batı hududuna kadar götürme olanağı sağlayan bir Türk Dünyasını ortaya çıkarmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar geçen süreçte dünyaya kapalı bulunan Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında ilişkiler, her alanda, sınırlı kalmış; aralarındaki dayanışma, yardımlaşma ve işbirliği, hemen hemen, hiç denecek kadar az olmuştur.
Bugün ulusal devlet ve egemenlik bilincinin süratle kök saldığı Kafkasya ve Orta Asya’da ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği döneminden süregelen dâhili ve harici sorunlarını çözebilmeleri için, her şeyden önce, ülkelerinde çağdaş, güçlü bir devlet yapısını ve sağlam bir ekonomik yapıyı kurup çalıştırmaları ve ulusal güvenliklerini sağlayacak, harbe hazırlık derecesi ve muharebe yeteneği ile muharebe etkinliği yüksek silahlı kuvvetlere sahip olmaları en başta gelen, kaçınılmaz bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Adı geçen Cumhuriyetler, İlk başlarda bunu kendi olanakları ile yerine getirecek güçte olmadıklarından en büyük yardımı ve desteği ırk, dil, din, örf ve adetleri ile tarihi bağları bulunan çekirdek ve lider devlet olarak kabul ettikleri Türkiye’den beklemişlerdir. Türkiye de bu duruma sessiz ve seyirci kalmamış ve kısıtlı imkânları ile Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin kalkınıp güçlenmelerini; öz kaynaklarını serbestçe dünya pazarlarına ulaştırabilmelerini ve ekonomik kalkınmaları ile ulusal güvenliklerini sağlayabilmeleri doğrultusunda siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda her türlü yardımda bulunmuş; onlardan desteğini ve yardımlarını esirgememiştir.
Türkiye, dünya adası olarak tanımlanan Avrasya Kıtası ile Afrika Kıtası’nın kesiştiği yerde kıyısal özellikler içeren, ancak ağırlıklı olarak merkezi jeopolitiğe sahip olan bir ülkedir.(4) Bu bölgede, jeopolitik ve jeostratejik konumu, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti yapısı, güçlü ekonomisi, köklü tarihi, ve çağdaş modern ordusu ile büyük bir devlettir. Bu bakımdan, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinin çağdaş, egemen birer devlet olarak yeniden yapılanmalarına ve 21nci Yüzyıl’da yeniden şekillenen dünyada hak ettikleri, saygın yeri almalarına yardım edebilecek yegâne ülke olarak değerlendirilmektedir.
Her şeyden önce Türkiye, coğrafi konumları itibarıyla birer kara devleti olan (denize bağlantısı bulunmayan) Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin denize açılmalarını ve kolayca dünya pazarlarına ulaşmalarını sağlayan ve hayati önem taşıyan bir köprü vazifesi görmektedir. Ayrıca, onların dünya pazarlarına bağlanmalarında ve ekonomik kalkınmalarında hayati rol oynayan kara, hava, demir yolları ile enerji nakil hatlarını (doğal gaz ve petrol boru hatları) Türkiye’den geçmektedir. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin denize açılmasını sağlayan en önemli kapı İskenderun Körfezidir. Kıbrıs Bu kapının anahtarıdır. Bu bakımdan Kıbrıs küçük bir ada fakat Avrasya jeopolitiğinde önemli rol oynayan bir ülkedir. Bu bakımdan, her ne pahasına olursa olsun Türkiye’nin kontrölünde olması zarureti izaha yer bırakmamaktadır.
Türkiye’nin eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem, “ Turkey In The New Century” adlı kitabında (s:42), Türkiye Avrupa ile Asya arasında sadece ticari maddelerin geçişini sağlayan bir trasit koridor veya köprü olmanın ötesine geçmiştir. 21nci Yüzyıl’da Türkiye ulaşmak istenen bir gaye, bir hedef ülke olmuştur.” Diyerek Türkiye’nin Avrasya jeopolitiğinde önemini ortaya koymuştur.
Bugün Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Türkiye’nin kendileri için taşıdığı jeopolitik ve jeostratejik öneminin bilincinde olup Türkiye ile her alanda mevcut ilişkilerini ve bağlarını kuvvetlendirme çabası içindedirler.
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya dönük politikası, büyük ölçüde, bölgede bulunan Türk Cumhuriyetleri ile stratejik ortaklığın geliştirilmesine, bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına; ırk, din, dil, tarih ve kültür birliğinin pekiştirilmesine dayanmaktadır. Bölgedeki nüfuzunu karşılıklı, ortak çıkarlar üzerine bina eden Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na karşı husumeti olmayacağı gibi, bağımsızlığına yeni kavuşmuş Türk Cumhuriyetlerini Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında bir tercihe zorlama düşüncesi de olamaz. Ayrıca Türkiye bu bölgede kimseye fayda sağlamayan akımların da peşinde koşan bir ülke de değildir.
Sonuç.
Hazar Denizi havzasının sahip olduğu enerji (petrol, doğalgaz) ve ham madde kaynakları bölgede egemen birer devlet olarak ortaya çıkan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan Türk Cumhuriyetlerinin jeopolitik ve jeostratejik önemini büyük ölçüde artırmış; baş döndüren bir hızla endüstrileşen ve her geçen gün, söz konusu kaynaklara daha çok ihtiyaç duyan küresel güçlerin bu bölgede üstünlük mücadelesine yol açmıştır.
Bugün Türkiye ile Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri arasındaki ırk, dil, din, sosyo- kültürel bağların meydana getirdiği yakınlaşmanın siyasi, ekonomik, askeri boyutlarının toplam gücü, Avrasya coğrafyasında ortaya çıkan geniş Türk kuşağının varlığının ve 21nci Yüzyıl’da bu bölgede oluşmakta olan jeopolitik düşüncenin en önemli unsuru olacak; dünyanın yeniden yapılanmasında ve uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde etken bir faktör olarak rol oynayacaktır. Ancak, tarih zayıf olanları affetmez. Bu nedenle Türkiye, bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik yükümlülüklerinden doğan görevlerini yerine getirebilmek için Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde çok güçlü bir devlet olmak zorundadır. Hiç şüphesiz, Türkiye’nin 21nci Yüzyıl’da, içinde bulunduğu kritik coğrafyada oynayacağı kilit rolün etkinliği anılan ulusal gücün büyüklüğü ile doğru orantılıdır.
Kafkasya ve Orta Asya’da “Türk Birliği”ni meydana getiren Türk cumhuriyetlerinin jeopolitik ve jeostratejik konumlarının kendilerine bahşettiği gücü birleştirerek, her alanda işbirliğine gidip Avrasya’da büyük bir güç merkezi oluşturmaları için bütün şartlar mevcuttur. Ancak bu hedefi gerçekleştirebilmek, onların bugüne kadar acıklı durumlara düşmelerine neden olan cehaleti, bilginin nuru ile söndürmeleri; kara taassubu yok etmeleri ve benlik davası yerine milli birlik ruhunu yaratıp, yaşatmaları ile gerçekleşecektir.
Hiç şüphesiz, “Türk Birliği”nin yaratılması, tarafların izleyecekleri inceliklerle dolu diplomasiye; üstün yetenekle icra edilecek siyasete bağlıdır.
Yalnız, “Türk Birliği”nin kurulmasını ulusal çıkarlarına bir tehdit ve tehlike olarak gören bölgesel ve küresel güçlerin Türk Cumhuriyetleri arasında oluşacak dostluğu ve yapılacak ittifak antlaşmalarını sinsi, örtülü, yıkıcı, bölücü her vasıtayı kullanarak engelleme girişiminde bulunacakları; Orta Asya’da meydana gelecek böyle bir gücü zayıflatmak için her yolu deneyecekleri, her zaman, göz önünde bulundurulmalıdır.
Dip Notları.
(1). Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler Ve Gölgeleşen Bizler, 2nci Baskı, Ocak 2006, Doğan Kitap, S:786
(2). Bir İngiliz coğrafyacısı olan Sir H. Mackinder, Avrupa ile Asya’yı bir dünya adası ve Asya kıtasının ortasını dünyanın merkezi/kalpgahı olarak nitelemiş ve aşağıdaki “Kalpgah Teorisi”ni ortaya atmıştır:
“ Doğu Avrupa’ya sahip olan, dünyanın kalpgahını kontrol eder. Dünya kalpgahına sahip olan, dünya adasını kontrol eder. Dünya adasına sahip olan, dünyayı kontrol eder.”
(3). Prof. Dr. Ümit Özdağ, Türk Tarihinin ve Geleceğinin Jeoppolitik Çerçevesi; 21nci Yüzyıl’da Türk Dünyası Jeopolitiği,1nci Cilt, 2003, ASAM, Ankara. S: 13
(4). Prof. Dr. Ümit Özdağ, a.g.e., S:11
Kıyısal Jeopolitik; bir ülkenin jeopolitiğinde denizlerin, boğazların, deltaların, derin ve uzun nehirlerin önemli rol oynadığı jeopolitiktir.
Merkez Jeopolitiği; diğer ülkelerin kara sınırları ile çevrelenmiş ülkelerin sahip oldukları jeopolitiktir.
Yazan: Ali Fikret Atun
Em. Tümgeneral
...