Rum liderliği ile Yunanistan'ın Enosis için ortamın çok uygun olduğu inancı ile plebisit yönünde girişimler başlatılması üzerine harekete geçen ve Enosis şampiyonluğunu kiliseye kaptırmak istemeyen Komünist AKEL Partisi daha çabuk
davranarak, 1949 yılı içinde Enosis için bir imza kampanyası başlatmıştı.
Bu kampanya çerçevesinde seferber olan AKEL üyeleri 1949 yılı Aralık ayında ev ev gezerek, "Enosis istiyorum" yazılarının altında imza toplamaktaydılar.
Diğer yandan Enosis şampiyonluğunun bayraktarlığını elinden kaçırmak istemeyen kilise de ayrı bir plebisit düzenleme çalışması içine girer.
O zaman Baf Metropoliti bulunan Makarios ise, plebisit olayının başarı ile sonuçlanması için büyük bir çaba gösterir. Çünkü bu başarısı ona Başpiskoposluk kapılarını açacaktır.
Böylece asırlardır Enosis’in bayraktarlığını yapan kilise de, 15 Ocak 1950'de bir plebisit gerçekleştireceğini, açıklar ve halkın kendilerinin düzenleyeceği plebisite katılmasını ister.
Kilisenin kendilerine cephe alması üzerine, başarısız bir sonuç almak yerine, kiliseyi desteklemeyi uygun gören komünist AKEL partisi, kendi düzenlediği plebisiti iptal eder ve halkın, kilisenin düzenlediği plebisite katılması için çağrıda bulunur.
15 Ocak 1950'de kiliselere konan defterlere "Enosis'e Evet" ya da "Enosis'e Hayır" şeklinde imza atarak gerçekleştirilen plebisit sonucu, Rum halkının %96'sının" Enosis'e Evet" dediği açıklanır.
Böylece Kıbrıs Türkü, bir kez daha sağcısı ve solcusu ile tüm Rumların Enosisci olduğunu kendi deneyimi ile görmüş olur.
Bu eylemden sonra Makarios Başpiskopos seçilir.
Makarios'un Başpiskopos seçilmesinden sonra Enosis faaliyetleri eskiye oranla çok daha fazla yoğunlaşır. Plebisit sonuçlarını alan Kilisenin oluşturduğu heyetler Yunanistan ve İngiltere’ye giderek sonuçları sunar ve ENOSİS’in gerçekleşmesini talep eder
Konu, daha sonra 1954'te Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletler'e götürülür.
BM'in konuyu gündemine almayı reddetmesi üzerine de 1 Nisan 1955 yılında Yunanistan’dan gelen Grivas liderliğinde EOKA kurularak, silahlı eyleme
geçilir. Gerekli silahlar Yunanistan tarafından gizlice gönderilir…
Amaç, politik anlamda plebisit sonuçlarını heyetler vasıtası ile tüm dünyaya duyururken, bu sonuçlara saygı duyulmaması halinde Kıbrıs'ın bir kan gölüne dönüştürüleceğini dünyaya göstermektir.
Nitekim bir süre sonra Kıbrıs gerçekten bir kan gölüne dönecektir.
Ne ki Kıbrıs Türk Halkı ENOSİS ve EOKA’ya karşı direnişe geçer. Anavatan Türkiye’nin Türk halkına verdiği sarsılmaz destek, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önleyip, bağımsızlık kapısını açan en önemli faktör olur.
LONDRA KONFERANSI TOPLANIYOR
1950 Yılında yapılan Enosis plebisitinden sonra, Yunanistan'ın siyasi tercihini daha
açık bir şekilde Enosis lehinde ortaya koyması, Kıbrıs Rum liderliği için yeni
arayışların doğmasına neden olmuştu.
Kıbrıs Rum liderliği ve kilise sorunu, "Self-determinasyon hakkı" gibi kutsal bir
çerçeveye sokarak, dünya platformalarına taşımaya başlar.
Nitekim Yunan yönetimi ile yapılan işbirliği sonucu sorun ilk kez 1954 yılında "Kıbrıs’a Self-determinasyon", yani "Kıbrıs'ın kendi geleceğini tayin etme hakkı" gibi saygıyla
karşılanacak bir taleple BM'e götürüldü.
Oysa Kıbrıs'ta iki ayrı halk vardı ve Self-determinasyon söz konusu olursa, bu hak her
iki halk için de geçerli olmalıydı.
Türk halkının ve Türkiye'nin, Yunanistan'ın bu başvurusuna tepkisi büyük oldu. Bu
tepkinin etkisi ve İngiltere'nin karşı yönde tavır koyması sonucu konu BM gündemine
alınmadı.
Kıbrıs Rumları bundan sonra 1 Nisan 1955'den itibaren silahlı eyleme başladı.
İngiltere'nin Orta-Doğu'daki etkinliğini kırıp yerini almak ve Ak Deniz'de bir güç
olmak isteyen ABD de, Rum-Yunan ikilisinin Enosis istemini desteklemekteydi.
Bu baskılar altında çıkış yolları arayan İngiltere, Türkiye'yi de Kıbrıs sorununa
resmen taraf yapmak ve bir denge sağlamak amacı ile 29 Ağustos 1955'de Londra
Konferansı'nı organize eder.
İngiltere'nin çağrısı ile Londra'da toplanan bu konferansa Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere katılır.
Yunanistan bu toplantıda "Kıbrıs Halkına Self-determinasyon" adı altında Enosis’i savunur. Onlara göre adada Rum, Türk, Maronit ve Latinlerden oluşan TEK HALK vardır..Bu Halka self-determinasyon hakkı tanınmalıdır.Dolayısı ile çoğunlukta olan Rumların isteği olan ENOSİS gerçekleşecektir..
Türkiye ve Kıbrıs Türk liderler ise adada iki halk bulunduğunu, her iki halkın da Self-determinasyon hakkının bulunduğunu, Kıbrıs’a self-determinasyon hakkı tanınacaksa her iki halka da ayrı ayrı tanınması gerektiğini” ortaya koyar..
Böylece Kıbrıs’ta TEK HALK mı, İKİ HALK mı var tartışması sorunun özü ve sonucu ile doğrudan ilgili bir öneme sahip olur…Bu konu bugün de önemini aynen korumaktadır
Londra konferansından somut bir sonuç çıkmaz. Ama siyasi bakımdan Türkiye artık soruna
resmen taraf olur ve ondan sonraki her gelişmede görüşü ve onayı alınmak gerekliliği
doğar. Konferansın, bu açıdan üzerinde durulması gereken tarihi önemi vardır.
Sabahattin İSMAİL
15.02.2017
...